BLOG

Sonsuzluğun Hüzünlü Kraliçesi Adeline Virginia Woolf

Adeline Virginia, yeni yılın ilk ayında doğdu. Şanslı bir bebekti. Ailesi o devrin tüm zorluklarına katlanmak zorunda olmayan, etkin bir sınıfa mensup, ekonomisi iyi bir aileydi. Eğitimli, kültürlü bir baba ve annenin çocuğu olmak, o dönemde ayrıcalıktı.

Virginia, dönemin kurallarına sıkı sıkıya bağlı, tutucu denebilecek kadar dindar ve bir o kadar da evlerinde çocuklarını genel kültürle, edebiyatla donanımlandıracak kadar da cömert bir babanın kızıydı. Victoria Dönemi’nde kızların okula gönderilmemesi, Virginia’yı çocukluk yıllarından itibaren isyankâr yapmaya yetecek büyük bir sebepti.

Büyük evlerinde Virginia’nın edebiyatını besleyecek birçok kahramanın varlığından başka, sahip oldukları büyük, görkemli ve sıra dışı kütüphane, ailenin en önemli hazinesiydi. Çocukluk yılları, evlerinde devrin en önemli yazar, şair ve ressamlarının sohbetlerini dinlemekle geçti. Okula gitmesi yasak olan diğer kız kardeşleriyle birlikte bolca okuyor ve kafasındakileri de sayfalar dolusu kâğıtlara hatta güncelerine döküyordu. Çocukluk yıllarının en güzel anılarını daha sonra kitaplarına konu olan yaz aylarında kaldıkları St. Ives’ta ki deniz kıyısında bulunan evlerinde yaşadı.

Babasının ilk evliliğinden olan kızı Laura, ciddi şekilde hasta olduğu için akıl hastanesindeydi. Annesinin ilk evliliğinden olan çocukları kendisinden 14 yaş büyük ağabeyi George, ablası Stella ve 12 yaş büyük ağabeyi Gerald ile ilişkileri diğer kardeşleriyle ilk zamanlar benzerdi.

Virginia, ailesinin geçmişinin izleriyle dolu kardeşleri ile geçinmenin, zor durumlarda bir arada olabilmenin mücadelesini yaşıyordu. 13 yaşına geldiğinde eskisinden daha da güzelleşmiş, daha fazla okuyup zihnini zenginleştirmiş ve hayatı daha kolay anlar hale gelmişti. Annesinin kaybının ardından anne yerine koyduğu Stella ve Vanessa daima diğerlerinden daha değerliydi onun için.

Virginia’nın annesi Julia, 49 yaşında son doğumundan sonra bakımını üstlendiği yüksek ateşli ve teşhisi koyulmamış bir hastadan aldığı mikrop sonucu ateşli romatizmadan ölmüştü. Leslie Stephen, karısının ani ölümünün ardından, çocuklarının varlığını hatta kendisinin hala hayatta olduğunu unutmuş gibi kendini derin bir sessizliğin içine gömdü.

Leslie ‘nin vurdumduymaz ve egoist yaklaşımlarının çoğaldığı dönemlerdi ve Virginia’nın ablası Stella, evin içindeki tüm çocuklar için kutsal ve tam bir koruyucu olmuştu. Her birine eşit sevgi ve şefkat dağıtsa da Virginia ile bağı diğerlerinden daha başka bir güçteydi.

Virginia’nın ilk hastalıklı döneminin tek sebebi olarak anlatılan annesinin ölümü onun için güçlü bir hayat darbesi oldu.  Annesinin ölümünden iki yıl sonra Stella, Nisan 1897 de evlendi ve kendi çocuğu için annelik yapmaya hazırdı. Hamileyken tam olarak ne olduğu anlaşılmayan bir şekilde hastalandı. Virginia, babasının tüm itirazlarına rağmen Stella’nın yanından ayrılmıyor, Stella’nın evinde kalıyordu. Stella’yı muayene eden tüm doktorlar, bağırsaklarındaki hastalıkla başa çıkamadılar. Stella, Temmuz 1897’de daha henüz 3 aylık evli ve hamileydi. Önce bebeğini kaybetti ve ilk kez denenen apandisit ameliyatının sonrasında yaşanan komplikasyon sonrası öldü. Annesinin ölümünün ardından annesinin yerine koyduğu Stella’nın ölümü Virginia’ya ağır geldi.

Virginia’nın hayatında önemsediği her neyse hepsi silinmiş o sadece hayal ve hayaletler dünyasına hapsolmuştu. Karanlık bilinci, var olmayan sesler, var olmayan arkadaşlar hatta gerçeklik dışı aile hayatı, hayaletlerle sürdürülen yaşamının içinde tek bir amaç edinmişti kendisi için. Ölmek.

Stella ve annesinin yasının sonsuzluğunda acı çekerken, karanlıklarla boğuşmak zorunda kalan Virginia’nın asıl çocukluk hatta kadınlık yarasının kahramanları, üvey ağabeyleri George ve Gerald’dı. Yıllarca iki erkek kardeş arasında geçip giden dişilik günleri tiksindirici ve bu konuda mecburiyet hissetmesi de can yakıcıydı. Ensest taciz kurbanıydı. Leslie’nin çocuklarını ve hayatı yok saydığı bu yıllarda Virginia kadınlığından tiksinmeye başlamış, yalnızlığının içindeki kalabalıkta yaşar haldeydi.

Acılarından kuvvet alan hüzün kraliçesi Virginia, 13 yaşından itibaren gazetede kısa hikayeler yazabilecek kadar yeterliydi. Henüz çocuk yaşta yazar olmaya karar vermesinde en önemli neden, saygın bir yazar olan babası ve vaftiz babası olan Amerikalı şair, James Russell Lowell’dı. 

Victoria dönemindeki yaşanan hemen hemen her şeye karşıydı ve onu besleyen en büyük neden insanların arasındaki haksızlıklardı. Kural dışı yaşama eğilimi bu dönemlerde onun benliğine tohumlar bırakıyordu.

Vanessa, Leslie ve Julia’nın ortak kızı Virginia’nın öz ablasıydı. Stella’nın yaşadığı yıllarda Virginia ile çok sıcak ilişkisi yoktu ancak ölümler ve istenmeyen çarpık aile ilişkileri nedeniyle ikisi birbirine gittikçe yakınlaşmışlardı. Vanessa’ da, Virginia gibi okula gidemedi. Babalarının kütüphanesi hayatın zorluklarından fırsat buldukça kaçan iki kız kardeş için sığınaktı. Virginia, cümlelere, Vanessa, renklere kaçıyordu.

Virginia’nın hayatında katlanamadığı her şeyin nedenleri ölümlere bağlıydı ve buna rağmen Virginia daima ölüme yaşamdan daha yakındı. Ölüm özlemi hiçbir canlıya hissettiği özlemin çeyreği kadar olmadı. Ardı arkası kesilmeyen aile ölümlerine şahitlik ediyordu.

Babası da nihayet zihninin baskılarıyla kendini hasta etmeyi başarmıştı. Odasından hiç çıkmıyor babalık görevlerini artık hiç yerine getirmediği gibi neredeyse kendi yaşamıyla da ilgilenmiyordu. Kendisini hasta etmeyi başarmıştı. Kanserle mücadele ediyordu.

Virginia’nın çaresizliği artıyordu. Stella’nın arkadaşı Violet Dickinson, Stella’dan Virginia’ya kalan miras bir dosttu. Stella ve annesinin ölümü, Vanessa’nın varlığına rağmen onu kadınlara karşı zaaf duyar hale getirmişti. Anne, abla, kız kardeş ya da dost her ne olursa olsun daima bir kadına ihtiyacı vardı. Babasının tek iletişim kurabildiği zarar görmediği bir erkek olması ona iyi geliyordu ancak maalesef Leslie’nin bozulan psikolojisi ve gittikçe ilerleyen hastalığı onu sadece kadın dünyasında hapsetmişti.

Erken yaşta annesini kaybetmiş Violet, Stella ve Virginia’nın ailesinden biriymiş gibi onlarla bir aradaydı.  Violet’i Stella’nın yerine koyan Virginia için Violet, her şey demekti. Violet, Virginia’nın romantik dostluğunu ve aynı zamanda ilk kez kadınsal bir sevilmeye ihtiyaç duyan Virginia’nın kalbini romantizm ile doldurmuştu. İlk romantik kadın ilişkisinin kahramanı Violet’di.

1904 yılı Virginia için hayatının en keskin virajını yarattı. Virginia 22 yaşındayken, babası Leslie Stephen, kanserden öldü. Leslie, Virginia için bir babadan çok fazlasıydı. Onu cahilliğe mahkûm etmeyen öğretmeniydi aynı zamanda. Virginia ise, bir yazar olarak babasının emeklerinin karşılığı olacaktı.

Bu önemli kayıp Virgina’yı yaşamdan çok yeniden ölüme yaklaştırmıştı. Ölümler, Virginia’yı öldürüyordu. Virginia intihar etti. Sevgiyle ve şefkat yardımıyla kıstığı sesler yeniden geri gelmişlerdi. Virginia Tanrı’nın onu sürekli cezalandırdığına inanıyordu ve buna bir son vermek için Tanrı’nın yanına gitmek istiyordu. Bu dayanılmaz zihin seslerini susturmanın yolunu intihar etmekte aradı. Bu Virginia’nın ilk intihar girişimiydi, ama son olmayacaktı.

Yardım çığlığı gibi düşünülebilecek olan intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlandı ancak psikolojik hasar gittikçe büyüdü.  Leslie’nin ölümü tüm kardeşler için bir dönüm noktasıydı çünkü Bloomsbury’e taşındılar. Öksüz ve yetim Virginia Stephen, Violet ile daha da yakınlaştı. Violet, onun için kaybettiği herkesti artık.

Violet, Virginia’nın edebi yeteneğine inanıyordu. Babası gibi edebiyat yeteneği için onu destekliyordu.  Gelişmesi için elinden geleni yapıyordu ve onu The Guardian’ın editörü Margaret Littleton ile tanıştırdı. Kadın teşvik konseyi yöneticisi Littleton, Virginia’nın yeteneğine hayran kalmıştı. Bu toplantı sonucunda Virginia, Charlotte Bronte hakkında bir makale yazmak üzere görevlendirildi.

Bloomsbury, Virginia için de kardeşleri için de yeni bir hayatın başlangıcıydı. Burada birçok ünlü Edebiyatçı ve cinsel konularda özgür davranan bir grup entelektüel bulunuyordu. Gruptakilerin birçoğu ya eşcinseldi ya da biseksüel. Virginia, işte bu grup içinden Lytton Strachey ile nişanlandı ancak bu nişanlılık kısa bir süre sonra bitti. Başarısız ve anlamsız bu evlilik teklifinin ardından Strachey ve Virginia, hayatlarının geri kalanında yakın arkadaş kaldılar. Strachey, ilk kitabı olan “Kraliçe Victoria” yı 1921’de Virginia’ya adadı.

Babasından iki yıl sonra çok sevdiği ve hayran olduğu abisi Thoby de öldüğünde Virginia daha da yıkıldı. Bütün bu ölümlerden sonra yaşadığı tacizler Virginia’yı kolay incinir bir kadına dönüştürmüştü. An geliyor kendini kaybediyor, akıl hastalığına davetiye çıkarıyordu.

1906 Thoby’yi almıştı ondan ama hayatında büyük etkisi olan insanları kazandırmıştı. 1912 de Leonard ile nişanlanasıya kadar, Thoby sayesinde tanıdığı insanlarla birlikteydi. Önce birkaç gün süren nişan olayının kahramanı Strachey ve ablası Vanessa’nın kocası Clive. Clive ile 5 yıl süren tutkulu bir ilişki yaşadı.

1904’te hayatlarına giren Clive Bell, Virginia’nın dengesini bozmayı başardı. Clive Bell’in yüreğini kıpırdatan Vanessa hayranlığı, ziyaretlerin sıklaşmasına neden olmuştu. Thoby’nin ölümü ile sarsılan iki kız kardeşin teselli edilmesi görevi Clive Bell’e kalmıştı. Bell, Vanessa ile tanıştığında Vanessa, Slade Sanat Okulu‘nda öğrenciydi. Vanessa’ya âşık olduğunu söyledi.  Gerçek gizli aşk kahramanı Virginia’ydı ama Vanessa, Clive için daha makul bir eş modeliydi.

Vanessa’da ilk başta Clive’i reddetti ama Thoby Stephen’ın erken ölümünden sonra, sanki Virginia’nın tüm olumsuz eleştirilerine rağmen inat eder gibi 7 Şubat 1907’de onunla evlendi. Vanessa, 1908’te Julian’ı doğurdu. Vanessa heyecanla bebeği ile ilgilenirken, Virginia, Vanessa’nın kocasıyla ilişki yaşamaya başladı ve müthiş derecede kendisiyle çeliştiği bir suçluluk psikolojisindeydi. Bu ilişkiyi anlamlandırmak zordu.

Clive’i hiçbir şekilde beğenmediğini söyleyerek onu bu evlilik fikrinden uzaklaştırmak isteyen Virginia’nın, Clive’in tutkulu sevgilisi oluşu, herkese göre şaşkınlık vericiydi. Üstelik cinsiyetsiz aşk inancı olan bir kadındı ve Clive’i sapkın ağabeyleriyle kıyaslayan Virginia’nın, Vanessa’ya ihaneti sarsıcı oldu. Clive’in kalemine olan hayranlığı duygusal dalgalanmalar yaşamasına neden olmuştu.

Virginia, Vanessa’nın evliliğinin ardından sarsıntı geçirmiş gibiydi.  Vanessa’nın evli ve doğurgan olması Virginia’yı rahatsız etti. Ağır eleştirilerde bulunuyordu. Virginia, eksiklerinden dolayı Clive’in karısı değildi. Bunu biliyordu ve kendin suçlamak yerine Clive’i kötülemeyi ve Vanessa’yı aşağılamayı tercih etti.

Clive’in eleştirileri değerli olduğu için her yazısını ilk önce ona okutuyordu. Clive, Virginia için önemli bir edebiyat danışmanıydı. Önceleri sadece edebiyat amaçlı birlikte geçirdikleri vakitler, 1908 den sonra Leonard’a ve Vanessa ya rağmen uzun yıllar sürdü.

Virginia, kitabını yazmaya çalıştığı sıralarda bir ruhsal çöküntü daha yaşadı. Özgüven sorunu yaşıyordu. Yazdıklarını birilerinin okumasının ardından gelebilecek eleştirilerin hiç olumlu olmayacağına dair inancı vardı. Clive, acımasızca ve haklı nedenlerle eleştirilerde bulunup Virginia’nın yazarlık yeteneğini güçlendiriyordu.

Vanessa, çok geçmeden ihaneti öğrendiğinde yıkıldı ancak Virginia’nın normal olmadığını biliyordu ama incinmişliğinin etkisinden de kurtulamamıştı. Doktorun da desteğiyle hekim tavsiyesi ile Virginia’nın özel bir bakımevi olan Burley Park’a gönderilmesini sağladı. Virginia, klinikte psikolojik tedavi görmeye başladı. Vanessa’nın evliliği, anne olması, Clive’in kendisini eş olarak seçmemesi, yazılarından emin olmaması ve ölü gölgelerle olan yaşantısı, iyiden iyiye psikolojisini bozmuştu.  Vanessa, ailesiyle ilgilenirken onunla ilgilenemeyeceğini düşünmüş hem evliliğini kurtarmak hem de Virginia’nın ciddi bir tedavi görerek zihinsel sağlığına kavuşması için acımasızca kliniğe kapatılmasını sağlamıştı.

Leonard’ı derinden üzen bu hadise aynı zamanda Clive için de kabul edilir değildi. Clive, Vanessa’ya rağmen Virginia’ya bu konuda yardımcı olamazdı. Leonard ise oldukça uzaktaydı ve Virginia, henüz sadece beğendiği, hayran olduğu bir kadındı. 1906’da Thoby’nin ölümün ardından 1911’e kadar Leonard’ı hiç görmedi. Leonard’ın aklına Virginia’yı sokan, onunla evlenmesi konusunda öneride bulunan Strachey’di. 1909’da Seylon’da görev yapan Leonard’a mektup yazıp nişanlanıp bir anda vazgeçtiği Virginia’nın tam da ona göre olduğunu anlatan bir mektup yazmıştı.

Leonard, Strachey’nin bu mektubunun ardından, Virginia’ya hayranlığını ifade eden mektubunda Strachey’den Virginia’ya onu beğenip beğenmediğini sormasını istedi ve cevap olumluysa hızlıca atlayıp geleceğini söyledi. Olumlu cevap, Leonard’ın hayatının değişimini başlatmıştı. Strachey’nin teşviki ve cesaretlendirmesiyle birlikte hayran olduğu Virginia’ya evlenme teklif etmiş. Virginia, Leonard Woolf’tan evlilik teklifi almasının hemen sonrasında ağır bir ruhsal çöküntü daha geçirdi. 

Leonard, Yahudiydi. Virginia ise, İngilizlerin Yahudileri kabul etmeyen ailelerinden birine mensuptu ve bu tutumu sürdüren biriydi. Leonard’ın teklifi beklenmedik harika bir sürprizdi aslında ama Virginia, bu teklifi hangi yönde değerlendireceğinden pek emin değildi. Virginia, teklifi aldığı yıl,  34 yaşındaydı ve bu yaşının yarısını akıl hastası olarak geçirmişti. Birçok erkeğin tercih etmeyeceği bir kadındı. Güzelliği, entelektüelliği bu zihinsel, ruhsal kusurlu halini örtmek için yeterli değildi. Kendine bile itiraf etmek istemese de içten içe kardeşi Vanessa gibi evlenmek, çocuk doğurmak istiyordu ama yine de bu sorumluluklarla dolu hayatın kararını almak ona zor geliyordu. O ana kadar neredeyse kimsenin sorumluluğunu almadığı gibi daima başkaları tarafında sorumluluğu alınmış olarak yaşamıştı.

İlk önce Leonard’a bahane olarak işinin uzaklığını söylese de Leonard’ın istifa edeceğini bildirmesi bu bahanenin yolunu tıkamıştı.  6 ay sevgili hayatının ardından Virginia, Leonard’ı sevmiyordu diyemeyiz ama evlilik sorumluluğunu, kuralları ve kendisinin kontrol edemeyeceğine emin olduğu hayat yönetimini istemiyordu. Kafasındaki kaygıları iyice düşünüp duygu ve düşüncelerini net bir şekilde Leonard’a anlattı.  Leonard, bunu önemli bir detay olarak görmedi ve teklifinde ısrarcı olduğunu bildirdi.

Virginia’nın açıklaması tam olarak şöyleydi;

“ Geçen gün sana vahşice söylediğim gibi sana karşı fiziksel bir çekicilik hissetmiyorum. Bazı günler beni öptüğün zaman bir kayadan başka bir şey hissetmiyorum ve sen bunun farkında olduğun halde beni önemsiyorsun.  Senin beni umursaman beni boğuyor. Bu çok gerçek ve çok garip.”

Leonard’ın üçüncü kez tüm cesaretini toplayıp yeniden teklif etmesi Virginia’yı etkilemiş olacak ki bu sefer teklifi kabul etti.   Virginia, Leonard için en uygun eşti çünkü Leonard beş parasızdı. Virginia ise babasından dolayı geçim sıkıntısı çekmiyordu. Virginia sonunda ikna olmuştu; kuşkularını rafa kaldırdı. Virginia 10 Ağustos 1912’de  Leonard ile Londra’da St. Pancra Mahallesindeki nikâh dairesinde evlendi.

Virginia ve Leonard, düğün gecelerini Doğu Sussex’de  Asheham’daki kiralık evlerinde geçirdi. Balayı için Fransa, İspanya ve İtalya’ya gittiler. Balayının ilk dakikalarından itibaren Leonard, Virginia’nın cinsiyetinden hoşlanmadığını biliyordu. Bunun nedeninin Virginia’nın çocukken yaşadığı aile içi cinsel taciz olduğunu düşünüyordu.

Virginia, cinsiyetinden hoşlanmıyor olmasına rağmen çocuk sahibi olmayı istiyordu. Leonard’da bunu çok istediğini her zaman dile getiriyordu. Düğünlerinden kısa bir süre sonra, doktorları devam eden akıl sağlığı sorunlarından dolayı annelikten kaçınmasını önerdiklerinde Virginia, yine hayatında kontrol altına alamayacağı kendisini aşan bir sorunla karşılaşmanın verdiği yıkımı yaşıyordu. Virginia, aslında evlenme isteğinin en doğru kararı olduğunu yıllar geçtikçe anlayacaktı çünkü Leonard, ona bir kocadan fazlası oldu. Virginia, hayatının geri kalanında kendisine dair tüm sorumluluğunu alacak onu en yüksek seviyede mutlu etme arzusunda olan bir adamı hayatına almıştı.

Leonard, Virginia’nın hayatının tamamının yönetimini eline almıştı. Sağlığı, tedavileri, tatili, yemesi, içmesi, uyuması, yazması bile Leonard’ın yönetimindeydi. Sosyalleşme alanlarını da Leonard beliriyordu. Virginia’nın ne zaman hangi ruh halinde olacağı belli olmuyordu. Virginia için birinin onun yerine hayatını yönetmesi kolaylıktı ancak özgürlüğüne düşkün Virginia’nın akıllı tarafı için bu durum oldukça zordu.

Evlilikleri 1 yılını doldurduğunda Virginia, hayatının daralan altından kafesinin içinde bunalıma girmiş, 9 Eylül 1913’te ikinci kez intihar etmişti. Yaşamının çıkmazda olduğunu düşünüyordu. İlk intiharı gibi dikkat çekmek için yapılmadığı aşikârdı ve ciddi bir girişimdi.

Leonard ve Virginia, Rodmell’de  bir kır evi satın aldılar, böylece Charleston Çiftliği’nde yaşayan kız kardeşi Vanessa Bell ve Duncan Grant’e yakın olabildiler. Virginia’nın akıl sağlığını korumanın tek yolunun onun yazarlığını geliştirmesi için faaliyette bulunması gerektiği inancını sürdürmek olduğunu biliyordu. Yazmak, yazdıklarının beğenilmesi Virginia için ilaç gibi iyileştiriciydi ve bu ilacı imal eden de onu çok seven kocası Leonard Woolf’tu.

Leonard, uzun süren evlilikleri boyunca, Virginia’ya çoklu depresyon krizleri, sayısız intihar girişimi ve bipolar bozukluğunun iniş ve çıkışları ile kabullenmiş ve daima onu iyileştirecek yollar denemişti. Bazen sadece rahatça delirmesi ve buhranlı günleri huzurla atlatabilmesi için bile onu odasında özgür bırakmayı seçiyor ama baskıcı ve aşırı evhamlı bir anne gibi Virginia’nın yemesi, uyuması ilaçlarını içmesi konusunda başından ayrılmıyordu.

Virginia, hem yazar hem de insan olarak, Leonard Woolf’a yalnız bağlı değil, bağımlıydı. Ona karşı bağımlı olmasından dolayı kendisine kızgındı. Onsuz yaşamasının zor hatta imkânsız olacağını bilmek, tüm hayatının yönetiminin Leonard’ın elinde olduğunun farkında olmak onu dönem dönem bunalıma sürüklüyordu. İntihar mektubu ve güncelerinde bu sıkıntılı durumdan sıklıkla bahsetmişti.

1915 sonun kadar Virginia, birçok kez ruhsal çöküntü yaşadı. Evlilik sorumluluğu, yönetemediği hayat ve geçmiş lekeleri, onun akıl sağlığını korumasına engel oluyordu. Virginia, tam bir akıl dinginliğine sahip değildi. Hayatı daima zihin oyunlarıyla geçti. Bir süre tamamen aklı başında yaşıyor, uzun bir süre de tamamen delirmiş gibi yaşantısını güçlükle sürdürüyordu. Aklı yerinde olduğunda onu yeni tanıyanlar ve etrafındakiler delilik hallerinden izler göremezdi. 

14 Aralık 1922 de Vita ile tanıştıklarında Virginia üç kez etkili psikolojik rahatsızlık geçirmiş ve intihar eğilimiyle tanınan ancak o günlerde hayata daha sıkı bağlı ve yazma hevesini arttırmış bir şekilde yazarlık hayatında artık isim olmayı başarmıştı. Üç romanı yayımlanmıştı. Kırk yaşında Vita ile karşılaşmıştı ve Vita’ da birkaç şiir kitabı yayımlanmış bir yazardı. Aralarında 10 yaş vardı. Virginia büyük olmasına rağmen Vita olgunluğunda değil aksine çocuk şefkati arayışını sürdürür bir haldeydi. Tutkulu büyük bir aşk yaşadılar.

Virginia Woolf adı “Bilinç akışı” tekniği ile birlikte anılmaya başlanmıştı ve bunun için verilecek en iyi örnek “Mrs. Dalloway” di. Mrs. Dalloway kitabı Vita’nın büyük beğenisi toplamıştı. Henüz kendisinin tek kahraman olarak anlatıldığı “Orlando”  kitabının varlığından Virginia’da, o da haberdar değildi.  Zaman ilerledikçe, Vita’nın “Virginia’nın istediği şeye dönüştüm” iddiasında bulunana kadarki beş yıl boyunca Vita tamamıyla gönlünü kaptırmış ve iki kadın arasındaki samimiyet birbirlerini daha da yakına çekmişti.

Mektuplarla yaşanan büyük aşkın yakıcı gücü etraflarındaki diğer insanların kıskançlıklarını üzerlerine çekmeyi başarmıştı. Vita, Virginia olmadan İran’da duramıyordu. Virginia’dan önce yaşadığı iki büyük yıkıcı lezbiyen aşk gibi değildi bu sefer. Virginia’nın aşkının etkisi yıkmıyordu yeniden yaşatıyordu Vita’yı. Harold, ilk kez Vita’nın kendisini terk edeceği düşüncesine kapıldı. Vita, kocasını İran’da bırakıp Virginia’sına geri dönmüştü.

Vita, Virginia için asla güvenilir bir olmayı başaramadı ama Virginia dürüst ve net yaklaşımıyla Vita için çözümlenemez bir bilmece değildi. Defalarca aldatılma ve bu karakter boşluklarının Virginia’daki etkileri ikiliyi birbirinden uzaklaştırmıştı. Virginia, Vita’nın sınır tanımaz, acımasız davranışlarına rağmen ondan vazgeçmedi ama onsuz yaşamayı öğrendi.

Ekim 1940’da savaş yüzünden Almanların saldırıları sonucu Woolfların iki evi birden yaşanamayacak hale gelesiye kadar hasarlanmıştı. Woolflar, kurtarabildikleri eşyalarıyla birlikte Rodmell’e taşındılar. Virginia, yaşamaya mecbur oldukları evlerinde telaşla “Perdeler Arası’nda” romanını bitirmeye çalışıyordu. Roman yazarak akıl sağlığını korumaya çalışıyordu aslında. Kendisini yazmakla uyuşturuyor, sağlıklıymış taklidi yapıyordu. 1941’in ilk aylarında buhranlı günler iyice varlığını hissettirmeye başlamıştı.

Cümleleri bitmiş, kalemi tükenmiş, zihni tamamen kapanmıştı artık. Geride kendi günceleri hariç 14 kitap bırakıp hayata veda etti. Ouse Nehri var olduğundan o güne kadar bir gün Virginia Woolf’un intihar ettiği nehir olarak anılacağını bilmiyordu. Ceplerine nehrin kıyısından topladığı taşları doldurup kendini suyun içine ölümün ona göre huzurlu kucağına bıraktı.

Virginia, ölüler arasında ölüme adanmış bir hayatın hüzünlü kraliçesiydi. Daima duygularının esiriydi ve bir o kadar da duygusuz görünme çabasındaydı. Hayatını sil baştan yaşama şansı olsaydı, annesi ölmeseydi, İngiltere’de doğmasaydı, babası gibi bir babaya sahip olmasaydı, cinsel istismara uğramasaydı, yanılmasaydı, yıkılmasaydı, yalnız kalmasaydı, genlerinden hayatına taşıdığı psikolojik rahatsızlıkları, çöküşleri olmasaydı, biz onu hala tanıyor olacak mıydık? Bilmiyorum. Siz ne dersiniz?

Virginia, yazarlığa babasının teşviki ile başlamış gibi görünse de, yaşantısının içinde kayboluşu onu yazmaya itti. Sustuklarından oluşan günce hikâyeleri yazıyordu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.