BLOG

Beni sen mi yarattın?

Başlığı okuduğunuzda zihniniz size ne cümleler kurdurdu az çok tahmin edebilirim aslında. Asıl amacım hesap soran bir sevgili ya da ailesiyle çatışan bir ergen gibi konuşma yapmak değil. Yani son günlerde sıkça duyduğumuz ‘Atarlı konuşmalar’ başlığına uygun bir soru cümlesi değil bu.

Zihnimizin ve duygularımızın yönetimiyle etrafımıza topladığımız farklı etiketlerdeki insanları kendimizin belirlediğini hatta algılarımıza göre onları kendimize göre yarattığımızı, yaşattığımızı anlatan bir paylaşım olacak bu yazı.

Psikolojinin yakından ilgilendiği varoluş, evrenle uyumlaşma, kendinle uyumlaşma, iletişimin şifreleri gibi birçok konu başlığına malzeme olan insan algısının ürünüyüz her birimiz. Birçok örnekleme ile durumu anlatabilirim aslında.

Çocuk, ergen ve yetişkinlerin oluşturduğu bir ailede yaşananlara bakacak olursak; her birinin aile içindeki insanları kendine göre zihninde yarattığını konumlandırdığını ve etiketlediğini görmek mümkündür. Eşler arasında tanımlama, çocuklarına karşı tanımlama,   çocukların kendi aralarında birbirlerine karşı tanımlama ve çocukların aileleriyle hatta ailelerinin hayatlarına eklediği mecburi akrabaları, edinilmiş okul ve komşu arkadaşları, aile dostları listesindeki herkes birbirine bağlı olarak kişisel algısıyla birbirine anlam yükler.

İyi ya da kötü algısı kişinin kendine uyanlar ve uymanlar içerikleriyle oluşur. Ailenin kötü dediklerine çocukken kötü diyen bir yetişkin hayatının içinde yeniden kendi benliğine, algısına uygun olan şekilde iyi ve kötülerini belirlemiştir.

Aşk halinde yani aşka henüz bulaşmışken beyin kimyasalları ve hormonlar sayesinde oluşan o sihirli günlerde, kahramanınıza ön övgülü yaklaşımlarınız vardır. Algınızda size uyan özellikleri ön zihin görüntüsüne çıkartırsınız. Yaptığı her hareket doğrudur. Her davranışı tılsımlıdır. Etrafında iletişimde olduğu herkese karşı hep haklı taraftır. Hatasızdır. Onu üzen şeyler sizi de üzer, güldüren her şeye siz de gülersiniz. Her şey doğrudur. Koşulsuz inanırsınız. Kişisel uyarılarınız yani zihninize uymayanlar sürekli aklınıza gelecektir ama ötelersiniz. Hatalı, kusurlu taraflarını görmemek için kendinize bahaneler yaratır ve incinseniz bile onu kendi kendinize affedecek nedenler bulursunuz. Başarırsınız, affedersiniz hatta bu durumu zihinsel oyuna çeviren ve sürekli bu tür dinamiklerden, aksiyondan zevk alan çiftler yeniden barışmak, kavuşmak, affetmek için yeni tartışma konuları bile yaratabilirler. Bir keresinde bir danışanım bana ‘Her kavgadan sonra daha tutkulu oluyoruz barıştığımızda. Sırf bunun için bile tartışabilirim.’ demişti. Gülümsediğinizi görür gibiyim. Evet, insanlar ne ile tatmin yaşarlarsa aslında o iyi geliyor. Hangi konuda tatmin edilemez ve istediği gibi işler yolunda gitmezse de kötü olarak tanımlıyor.

Şimdi biraz asıl konumuzdan örneklemeler yapalım. Diyelim ki; yeni tanıştığınız birini kahramanlaştıran zihin etkisiyle onun sevecen, samimi, güler yüzlü, dost canlısı, eğlenceli biri olduğuna karar verirseniz o insan da daima samimi neşeli eğlenceli yerlerde sizinle olmayı sürdüreceği için algınız aksi bir durum yaşanmadığı sürece o kişiyi sizin aklınızdakine dönüştürür.

Çok sessiz, sakin,  etrafına mesafeli insanların sevişme anındaki tutkusuyla kalabalığa karıştığınız halleri bir olmaz bilirsiniz çünkü siz de o sevişme anında tutkudasınızdır. Haz alma tarafındasınız yani ikinizde aynı amaç ve arzudasınız. Aynı tarafta olduğunuz zaman kimse kimseden şikâyetçi olmuyor. Kötü demiyor. İsteksiz olduğunuz günü düşünün. Yorgun, huzursuz, sıkıntılı bir gününüzü düşünün ve partneriniz aynı kişi, aynı tutkuda ve arzuda fakat siz algınızda onu o daha önceki yere koyamazsınız hatta üstelerse itici bile gelebilir.

Ergenlik döneminde içeriği iyi ya da kötü fark etmeksizin kendi algılarımızla annemizi babamızı tanımlardık. Yeni hitap şekillerimiz vardı. Tepkilerimiz az önce ayrıldığımız çocukluğumuzdan farklıydı çünkü ne çocuktuk ne de yetişkin ve kendimizi bile tanımlamamız çok kolay değildi. Çocukça davranamazdık, yetişkin olmak için ailemize göre fazla küçüktük. Kendileri ergenlik geçirmiş olsalar bile aileyle iletişim zordu ve iyi kötü algımız değişmeye başlamıştı. Bizim arayışta ve hayatı anlamlandırmaya çalıştığımız çocukluk yetişkinlik arası sıkışıklığımızda ailemiz davranışlarımızı kişiselleştirdiği zaman olumsuz davranışlar suç teşkil eder, olmadık cezalar alır ve iletişimimizi iyiden iyiye bozardık. Kimse istediğini alamadığı ve herkes kendine benzeyen, kendi gibi olan biriyle yaşamak istediği için iletişim bozulurdu. Hala öyle. Çocuklarımızdan ve ergenyuslardan beklentilerimiz onları algılama şeklimiz eğer bencilce ve sadece kendi yönetimimizi kabul ettirmek şeklinde olursa yine sorun çığ gibi büyür. Sorunlu olduğunu sorun yaratacağını düşündüğümüz kişileri sorunlu hale getirebiliyoruz. Üstelik sorunu da kendimiz yaratıyoruz.

Eşler arasında da, sevgili olduğumuzda da, iş yerinde iş arkadaşlarımızla da durum aynı aslında. İş yerinde biri ile ilk tanışmamızda kötüye yaslanan ön yargılar devredeyse, kişiyi kötü olarak etiketleriz. Eğer samimiyetiyle bize benzer bir davranışta bulunursa ön övgü geliştirir ve iyi olarak nitelendiririz. Sonucu ve geleceği kimse göremez.

Çevremizdeki, ailemizdeki, hayatımızdaki hemen hemen herkesi kendi algımızla yarattığımızı fark ettiğinizi düşünüyorum. Öyleyse dünya nasıl dönsün, hayat ne kadar anlaşılır ve keyifli olsun istiyorsanız tüm davranışlarınıza ayna görüntüsü muamelesi yapın. Eğer aynadaki yansımanızda sağ elinizin kalktığını görmek istiyorsanız, sağ elinizi kaldırmanız gerekir. Sevgi, samimiyet, dostluk, keyifli arkadaşlık, tutkulu ve sadık bir aşk hayatı istiyorsanız bunları yaşatın ki yaşayın.

Hadi şimdi yeni tanıştığınız ya da hala hayatınızda olan insanlara bakış açınızı değiştirin. Yüreğinizle bakın. Yansıtın ve keyfini çıkartın. Unutmayın hayatınızı tercihlerinizle kendiniz oluşturuyorsunuz. Güzel anılar biriktirin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.